XV. Yüzyıldan Günümüze Seyyahların Gözüyle Divriği Kalesi

Tarihi süreçteki görevlerini tamamlayan bu askeri savunma yapıları, maalesef daha sonraki dönemlerde yapılan taş binaların temellerini yahut duvarlarını oluşturan birer taş ocağı konumuna gelmişlerdi. Görüldüğü üzere geçmişte kentleri koruyan bu yapılar kuşatma dönemlerinin sona ermesiyle kendilerini koruyamamışlardır. Bu eserlerin zamanla tahrip oluşunun seyrini seyyahların eserlerindeki anlatımlarından daha iyi takip edebiliyoruz.
Mengücekliler tarafından yapılmış olan Divriği Kalesi’nin duvarlarından büyük bir kısmı doğal sebeplerden ve düşman istilâlarından dolayı yok olup gitmiştir. Bu kadar öneme sahip olan bir kalenin bakımsızlığı görenleri üzmektedir. Bu eserin geçmişteki durumunu seyyahların seyahatnamelerindeki anlatımlarından yahut gravür çizimlerinden daha iyi görebiliryoruz.

 

Tarihi süreçteki görevlerini tamamlayan bu askeri savunma yapıları, maalesef daha sonraki dönemlerde yapılan taş binaların temellerini yahut duvarlarını oluşturan birer taş ocağı konumuna gelmişlerdi. Görüldüğü üzere geçmişte kentleri koruyan bu yapılar kuşatma dönemlerinin sona ermesiyle kendilerini koruyamamışlardır. Bu eserlerin zamanla tahrip oluşunun seyrini seyyahların eserlerindeki anlatımlarından daha iyi takip edebiliyoruz.
Mengücekliler tarafından yapılmış olan Divriği Kalesi’nin duvarlarından büyük bir kısmı doğal sebeplerden ve düşman istilâlarından dolayı yok olup gitmiştir. Bu kadar öneme sahip olan bir kalenin bakımsızlığı görenleri üzmektedir. Bu eserin geçmişteki durumunu seyyahların seyahatnamelerindeki anlatımlarından yahut gravür çizimlerinden daha iyi görebiliyoruz.

1635 yılında Divriği’ye gelen Kâtip Çelebi, “Cihannuma” adlı eserinde ilçeye dair bilgiler vermekte, ancak kale hakkında detaylı bilgiler vermemektedir.
1650 yıllarında Evliya Çelebi Divriği Kalesi’nin tasvirini şöyle yapmıştır; Van, Maku, Şin ve Mardin kalelerinden sonra Divriği Kalesi gelmektedir. Öyle dayanıklı bir kaledir ki, ancak kuşatılıp aman dedirterek ele geçebilir. Yoksa hiçbir şekilde bir taraftan lağım, sibe ve siper yapmak mümkün değildir. Meğerki kalede kıtlık ola. Ne olursa olsun, halkı iç kale kayasının en tepesinden iki bin kesme taş merdiven ile ta Fırat nehrine inen bir suyolu vardır ki, dillere destandır. Suya gidenin başka yolu olduğu gibi, su getirenlerinde ayrı bir yolu vardır. İki nehir birbirine bakar. Bundan başka, kale içinde yağmur suyu sarnıçları, buğday ambarları, cephaneliği üç yüz adet toprakla örtülü ev ve bir cami olup, kalenin batıya bakan ve aşağı şehre açılan bir demir kapısı vardır. Burç ve kuleleri sağlam ve güzeldir. Yeniçeri ocağından kale dizdarı ve kale neferleri vardır. Kalenin içinde imaret yoktur.

1839 yılında Divriği’ye gelen seyyah, Ainsworth, kale hakkında kısa ancak ilginç olan şu açıklamayı yapmaktadır: “Divriği’nin batısındaki bir kaya üzerinde büyük bir kalenin izleri ile suyun ters tarafında kayalıklar üzerinde bir de küçük kale vardır………Surlar iki sıralı, Sarasenic (Arap-İslam) karakterinde, batı Asya’da görülen bu tarz kalelerin en mükemmellerindendir” . Bu anlatımdan kalenin artık kullanılmıyor olduğu anlaşılmaktadır.
1876 yılında Divriği’ye gelen bir başka seyyahta Fred Burnaby’dır. Ev sahibi ile birlikte kaleyi gezen Burnaby, buranın harabe bir görünümde olduğunu şu cümlelerle ifade etmektedir: “…..derken bu küçük kasaba göründü. Kavak ağaçlarından ince bir kuşak, kasabanın etrafını çerçeve gibi sarıyor. Erişilmez görünen bir kayanın üzerine kuş misali tünemiş eski, yıkık bir hisar Divriği’nin karşı tarafından bize bakıyor. Daha da yüksek bir noktada bulunan ancak hisara gizli bir patika sayesinde bağlanan kule, hisarın bir saldırıda ele geçirilmesi olasılığına karşı garnizon için sığınak görevi görüyor. Hisarın aşağısında hızlı bir çay; Çaltı çayı akar………..kaledeki sağlam taş işçiliği, duvarların başlangıçta büyük bir özenle inşa edildiğini gösteriyordu”

1890 yılında Divriği’ ye gelen seyyah Vital Cuinet, “Asya Türkiyesi” adlı eserinde Divriği Ulu Cami ile ilgili olarak tespitlerini anlatırken kalenin durumuna da ayrıntılı değinmiştir: “Eski şehir, üzerinde sadece duvarları ayakta kalan bir kalenin bulunduğu kayalığın eteğine kurulmuştur. Bu kalenin tepesinde Selçuklu üslûbuyla yapılmış fakat terk edilmiş durumda oldukça güzel bir cami bulunmaktadır. Aynı uslüplu başka bir Cami kale duvarının dışında yükselir ve tüm şehre hâkimdir. ………….”35. Ayrıca Cuinet, Divriği’deki hanedanlığın son halinden bahsederken seyahatnamesinde kalenin son durumunu da anlatmıştır: “Burada kurulmuş olan beylikler egemenliklerini yitirdikten sonra da bölgeyi terk etmeyerek buralarda eski güçlerinden ve zenginliklerinden yoksun bir şekilde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bunlar kale duvarlarının harabeye döndüğü, avlularının otlar tarafından kaplandığı o muhteşem saraylarının bir köşesine çekilerek yaşamlarına devam etmeye başladılar”

1890’larda gelen seyyahlardan Vincent W. Yorke ise Divriği Kalesi için; “Tepedeki ilk duvarları, Paulikianların inşa ettiği” tahmininde bulunmuştur.
Kalenin 1930’lu yıllardaki haline bakılırsa şimdiye göre çok daha sağlam bir vaziyettedir. Hatta XIX. Yüzyıl sonlarına kadar yerleşime sahne olduğu ve sonra terk edildiği anlaşılmaktadır. 1933 tarihli “Sivas ve Tokat” adlı çalışmaya göre “kare, çokgen ve yuvarlak kulelerle güçlendirilmiş kalenin duvarları hala ayaktadır ve duvarları takip ederek tam turunu yapmak mümkündür”. Bu çalışmada Divriği Kalesi şöyle tarif edilmektedir; “Aşağı yukarı yuvarlak olan bu kalenin iç kısmında çeşitli yapılar vardı: Garnizon için yatacak yerler, dükkanlar bugün hemen hemen hiç bir şeyin kalmadığı bir depo, iyi korunmuş bir cami ve en sonunda, merkeze doğru kalenin burcu ya da iç istihkamları olduğu sanılan önemli bir bina bulunur”. Bugün ise bundan geriye, çok kenar gövdesi kare bir kaide üzerinde bulunan bir kule ve buna bağlı birkaç duvar kalmıştır.

Bunun dışında birçok araştırmacı ve seyyah Divriği’ye uğramıştır. Ancak H. Von Der Osten gibi bazı araştırmacılar eserlerinde Ulu Cami hakkında bilgi verirken kaleden bahsetmemişlerdir. Osten, 1920’li yıllarda Divriği’ ye gelmiş ve bura hakkında yazdığı “Exploration in Hittite Asia Minor 1927- 1928” adlı eserinde “Küçük Asya’nın en güzel Cami ve medreselerinden biri buradadır” diyerek sadece bu eserlere olan hayranlığını belirtmiş ancak anlaşılan o ki kalenin mevcut görüntüsü onun çokta dikkatini çekmemiştir.