Divriği Kesdoğan Kalesi

Divriği Kesdoğan Kalesi Konumu itibarı ile bir kartal yuvasını andıran bu kale çok yüksek sivri bir tepenin üstünde yapılmıştır ve Çaltı Çayı boyunca uzanan derin kanyonu seyretmeye müsaittir.

Divriği Kalesi yakınında bulunan Kesdoğan Kalesi hakkında yeterli bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bununla beraber bu kalenin Divriği Kalesi’nin gözetleme karakolu niteliğinde yapıldığı sanılmaktadır. Konumu itibarı ile bir kartal yuvasını andıran bu kale çok yüksek sivri bir tepenin üstünde yapılmıştır ve Çaltı Çayı boyunca uzanan derin kanyonu seyretmeye müsaittir.

 

1635 yılında Divriği’ye gelen Kâtip Çelebi, Cihannüma adlı eserinde ilçeye dair genel bilgiler vermektedir. Kale hakkında detaylı bilgi bulunmamakla birlikte, özellikle Kesdoğan kalesinin bu tarihlerde harap olduğu anlaşılmaktadır.

1839 yılında Divriği’ye gelen seyyah Ainsworth, kale açısından kısa ancak ilgi çekici bir bilgi vermiştir. “Divriği’nin batısındaki bir kaya üzerinde büyük bir kalenin izleri ile, suyun ters tarafında kayalıklar üzerinde bir de küçük kale vardır.” (Ainsworth, 1839, s.7-12). Ainsworth’ün verdiği bu bilgiden, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde kalenin artık kullanılmıyor olduğu anlaşılmaktadır. Kesdoğan Kalesi’nin ise daha önce bir harabe görünümünde olduğu Evliya Çelebi tarafından da belirtilmiştir.

 

Kesdoğan Kalesinin Divriği’de dilden dile anlatılan bir efsanesi ve hikayesi vardır. Hikaye şöyledir;

“Divriği Kalesi’nin, Mengücekoğullarından Şah’ı Şahin Şah’ın Ertuğrul isimli bir oğlu vardır. Ertuğrul, günün birinde, geyik avına çıkar ve av izlerken, Çaltı Çayı’nın karşı yakasına geçer. O sırada adamlarıyla birlikte oradan geçmekte olan Ermeni Kralı’nın kızı Belkıs ile karşılaşır. Kız, öyle güzeldir ki, içine ateş düşer. Belkıs da, bu yiğit delikanlıdan hoşlanır. Ertuğrul, atını sürer ve babasının yanına gider. Belkıs ile evlenmek istediğini söyler. Kızın babası din ayırımı gösterip kızını vermez, savaş açmasını ister. Şah Ermeni Kralı’na, adamları ile durumu bildirir.

Kral, Şahın elçilerini güler yüzle karşılar, ikramlarda bulunur. Şah’ı reddetmeyi hemen göze alamadığından “Savaş da neymiş, hiç Şahlar Şah’ı kızımı ister de, ben vermez miyim, yalnız, kızımla bir konuşayım, öyle cevaplayayım” der. Belkıs çoktan razıdır. Ancak kral, kızımla konuştum, o da istekli, ama kızım çok gururludur. Erkek çocuğum olmadığından onu bir erkek gibi yetiştirdim, şimdi o da: “Ben şahın oğluna varmak isterim, dillerini de dinlerini de kabul ederim, ancak, evleneceğim erkeğin de ne denli yiğit olduğunu görmeliyim” dediğini söyler.

 

 

Elçiler bir ağızdan “Şahımızın oğlu dilediğinizden de yiğit, dilediğinizden de merttir. Dileğiniz nedir” derler. Ermeni Kral “Kalenin burcundan bir halat gerile, bu halat 3 gün 3 gece iç yağıyla yağlana, Şahımızın oğlu huzurumuzda bu halata tutunarak boğazı geçip bizim kalemize vara. Bunu başarırsa, kızımı veririm” der. Elçiler durumu, Şah’a anlatırlar. Şah bunu kabul etmek istemez ve oğlunu vazgeçirmek için çok yalvarır, ancak fayda etmez. Ertuğrul Bey, Belkıs’a kavuşmak için her şeyi kabul eder.

Hazırlıklar tamamlanır. Ertuğrul halata tutunarak, karşıya geçmeye çalışır, Belkıs’ın yüreği ağzındadır. Ertuğrul Bey büyük bir gayretle karşıya geçmeye çalışırken, tam kale burcuna tutunacağı sırada, Ermeni kral, yanındaki pehlivana “Kes Doğan” diye seslenir. Pehlivan’ın halatı kesmesi ile uçuruma düşen Ertuğrul Bey ölür, Kale’nin burçlarında kendini aşağı atan Belkıs’da ölür ve aşıklar birbirine kavuşamaz. Bu olaydan sonra, kalenin adı Kesdoğan Kalesi olarak kalır.